İSTANBUL YAŞAM KÜLTÜRÜNDE KAYIK - KAYIK VE KÜREK KÜLTÜRÜ 4

Kayık ve Kültür serisinin dördüncü yazısına ulaştım. Bu kadar eski ve içimize yer etmiş bir kültürden nasıl olupta olimpik kürek teknesi yapamadığımız, bu motivasyonu nasıl bulamadığımız, hatta kayık, kürek kelimelerinin nasıl olupta kano kelimesinin içinde büzüştüğü içime dert olduğu için başlayan yolculukta yolun çoğu geride kaldı. Bu yazıda bu sefer İstanbul'da gündelik hayatın içinde nasıl kürekçiler ve kayıklar nasıl konumlanmıştı ona bakıyorum. 

Geçen yıl İstanbul'un tarihini günlük hayat hikayelerinden yola çıkarak 'Açık Radyoda' anlatan Pınar Erkan Hanıma bir mail atmıştım. Pınar Hanım özel bir duyarlılık göstermiş ve o da epey bir seri yayın yapmıştı . Çok da güzel hikayeler var içinde... Mehtap seyirleri, deniz kızı Eftalya ve daha niceleri... yazı sonunda linkleri bulabileceksiniz. Pınar Hanım hikayelerle birleştirerek bir dönemi çok güzel sunmuş. Benim de toplayıp derlediklerim biraz özet oldu. Zihinlerde kısa birer izi kalsın istiyorum. Çünkü kürek çekmek sadece bir performans gösterme yeri değil, bir hissiyat denizinde zerafet gösterebilme yeri, bir olgunluk hali, hayatta kalmış olmanın gururunu içinde saklama hali, bu benim nazarımda böyle bir yer, salıncakta sallanma halinden ötede bir sanat olduğunun anlaşılması benim önem verdiğim bir konu...

Hemen en klasik yerden başlayalım... Kayıklarla mehtap sefası ve "İstanbul Gösteri Hayatında" yeri var kayıkların.  

BOĞAZİÇİNDE MEHTAP SEYRİ

Ay ışığının aydınlattığı gecelerde, Göksu, Sadabad, Beşiktaş, Şemsipaşa, Beykoz, Boğaziçinde sazlı sözlü eğlenceler düzenleniyor. Işık, ses ve egzos kirliliğinden uzak bir İstanbul'da olduğunuzu hayal edin. 18.yüzyıl İstanbul insanının tutkularından biri, o ay mehtabın gününü hesaplayıp, havanında iyi olduğu bir akşam, kendi kayığınız veya bir kaç ahbabınızla birlikte kiraladığınız bir kayıkla , saz heyetinin bulunduğu pazar kayıklarının etrafında ellerinizdeki kandillerle, fenerlerle toplaşıyorsunuz. 


Sadece 200 yıl önce ateş böcekleri gibi kayıkların Boğaziçi akustiğinde yankılanan müzik ve ses sanatçılarının etrafında toplaşıp dinletiye katılınıyor. Biraz zenginlere mahsus gibi duruyorsa da, çok da öyle değil aslında. Davetli misafirler kendi kayıkları ile saz heyetinin bulunduğu pazar kayığına yanaşarak, birbirine kenetlenecek kadar yaklaşıp duruluyor. Dönemin meşhur isimleri arasında Boğaziçi Bülbülü Lemi Atlı, Hafız Osman ve Nedim Bey var. Bazı zamanlarda da yalılarda taraçalardan müzik icra ediliyor ve kayıklar yanaşıp toplanıp fasıla katılınıyor. Deniz Kızı Eftalya ilk sesi yankılandığında böyle bir yalıdan şarkılarını söylermiş, ve sanat hayatı jübilesini de yine son derece görkemli bir şovla deniz üzerinde verdiği bir konserle gerçekleştirmiş.


Yine eski zamanlarda her şeyin bir uslübu var. Uslüp kültürden gelen bir yaşam stili, gelenek ve görenekle belirli adap kuralları insan hayatında önemli eski İstanbul'da. Nasıl oturulup, kalkılacağı, nasıl sokağa çıkılacağı,, nasıl selamlaşılacağı ile ilgili... Sokakları o zamanda tozlu olan İstanbul'un değer verdiği bir stili vardı. Herkesin herşeyi alabildiğine "Burası İstanbul" diye yaşadığı bir yer değildi. Ve sanırım bu kültürel dönüşümün bir kurbanı da kayıklar... Biraz daha o günlerin görünümünden bahsedelim...


Julia Pardoe Boğaziçinin Güzellikleri Kitabı ve Melling Gravürleri 



İSTANBUL'DA KAYIKLAR VE KADINLAR


"...İstanbul kayığının işlevi uzun mesafeleri süratle almak olduğundan gövdesi hafif, çok dar ve uzun, her iki ucu bir noktaya doğru incelen, birbirine zıt akıntılara mücadele edebilecek beceride ve ok kadar hızlıydı. Kayıklar Venedikli değil, Bizanslı değil, Arap veya Acem değil Avrupalı değildi. Türk ve İstanbullu, Boğaziçi zevkinin bir hülasasıydı…” diye geçiyor... Terry Sonman'ın kitabı İstanbul Su Yolu Dilberleri'nde ve Julia Pardoe anılarında ...


Abdülhak Şinasi Hisar ise şöyle tarif ediyor.


“... Venedik gondollarından hem daha makul, hem daha cesur, hem daha hafif,  hem de daha zarif olan bu İstanbul kayıklarının büyük hususiyetleri vardı. Biçimlerinden efendilerinden, hamlacılarına kadar, Boğaziçi medeniyetinin birer icmali birer hülasası gibiydiler…” (Ali Rıza İşipek Saltanat Kayıkları )


Boğaziçinde yaşayan hanım ve beylerin muhakkak bir kayık takımı bulunuyor hatta genç kızların çeyizlerinde yer alan ayrılmaz bir parça bu kayık takımları... Çünkü İstanbul'un ana ulaşımı deniz üzerinden gerçekleşiyordu. Kayık takımının içeriğini yine bir kitaptaki alıntıda görebiliyoruz:

“ bir ailenin hususi kayığı olmasa da, zarif ve kıymetli kumaşlardan bir kayık takımı, al ihram gümüşi ve armudi seyir el aynası, gümüş su tası ve sürahisi, iki gözlü venedik sepeti, sefer tası ve sofra takımı bulundurması şart idi….” Balıkhane Nazırı Ali Rıza  Bey

Kayıklar ve kadınlar arasında benzerlikler kuruluyor. Gelin gibi süsleme yapılması veya piyade teknelerine zerafetinden ötürü hanım iğnesi denmesi gibi. İstanbul hanımefendileri gündelik hayatlarında feracelerinin içinde kibar, nazik ve mesafeli ancak içten gösterişli ama abartılı olmayan, sanatsal duruşu olan kimselerdi. Boğaz kayıkları da nazenin ve zarif kuğu gibi süzülen kayıkları ile göze çarpmaktaydı diye tanımlanmış yine Ali Rıza İşipek'in kitabında


Kayıklarda yolculuk eden hanımların yanlarında muhakkak uşakları bulunur. Hamlacılar kadın yolcuya bakmamaya özen gösteriyorlar. Tekneye binilirken kayıkçı hanımefendiye elini uzatmaz. Hanımlar destek almak için en çok kayıkçının omuzuna dokunuyorlar. El verilmiyor, omuz veriliyor.


Hanımlar ve Erkek yolcular aynı kayığa binemiyorlar. Pazar kayıklarında ise baş tarafta erkek yolcular, kıç tarafta kadın yolcular oturuyor. 


Bu eski kültürle ilgili olarak Çam Limanı Youtube kanalında Ali Rıza İşipek'in hazırladığı videolarda çok güzel onlarıda tavsiye ederim.


Fausto Zonaro - Haliçte Kayığa Binen Kadınlar


Pazar Kayığı



SU YOLLARI

Boğaziçi otobanına inen kavuşan pek çok su yolu mevcut, Fatih İstanbul'u fethettikten sonra oğlu Bayezit bu yolların haritasını çıkarttırmış; biraz da onlara göz gezdirelim:

Boğaziçi - Su Yolu

Gezginler, Boğaziçi’ni bir su yolu su otobanı gibi tanımlıyorlar. Anadolu ve Rumeli hisarları arasında daralması ile Karadenizden gelen merkez akıntıyı iki karşı akıntıya yaklaştırıyor. Bu yaklaşmanın sonucu meydana gelen şiddetli çalkantıya “şeytan akıntısı” denir. Rumeli Hisarı önündeki şeytan akıntısı göz açıp kapayana dek bir gemiyi Kandilli burnuna sürükleyebilir. Boğaz’ın girintili çıkıntılı yapısı kuzeyden güneye giden üst akıntının yanınında koylarda bir çok ters akıntı oluşturur. Akıntının çok şiddetli olduğu yer Arnavutköy semtinde akıntı burnu’dur.Aranvutköy-Vaniköy arasındaki bu akıntıya maskara akıntısı denir. 16.yüzyılda bu akıntı masallaşmış. Çağanoz (çingene yengeci) sürülerinin buradan karaya çıkıp yürüdükleri ve akıntı sonunda yeniden denize atladıkları hakkında…Eh onlarda bu coğrafyanın konaklayanları ve yaşayanları sonuçta :) Biraz Karayip Korsanları filmi gibi canlandırın gözlerinizde . Yengeçler, yunuslar, foklar, martılar ve İstanbullular bir arada bir yaşam fanusundaymışız.


        Melling Gravürleri

Periziossi - Üsküdar

Preziossi - Hisar




Haliç - Su Yolu


Boğazın daha sakin güney kıyısında yer alıyor. 7,5 km uzunluğunda doğal bir liman burası. Dereler sayesinde iyice kıvrılarak içeri sokuluyor. En geniş yeri Kasımpaşa Cibali arası 700 m.dir.  Boğaza açıldığı yerde ise 1010 m. Kağıthane ve Alibeyköy dereleri çatal biçiminde boynuzu andıran şekilde haliçe dökülüyor. Altın boynuz (hriso keras) ismi gün batımında aldığı renkle beraber buradan geliyor. Vaktiyle bu dereler su değirmenleri ile doluymuş. Daha sonra 3.Selim zamanı kağıt imalathaneleri kurulmuş ve bugünkü Kağıthane ismini buradan almış.





Çayırbaşı - Su Yolu


Çamlıcadan doğan Çayırbaşı deresi Beylerbeyinden dökülüyor. Kuş dili deresi de Kalamış koyuna dökülüyor. Bu dere boyunca bahçeli evler bulunuyor. Her evin sandalı bulunuyor. Zamanında Levantenlerin ilk kürek kulübünü kurdukları koy olan Kalamış ve Kuşdili Deresi, nam-ı diğer Kurbağalıdere'nin biz sporcular için ayrı tarihi bir önemi var bu açıdan aslında. Burası da doğal bir yat limanı ve trafiğin daha az olduğu geçmişte kürek çekmeye en uygun yerlerden biri.


Abdülmecit Efendi Resimlerinden



Suriçi - Sulukule


Bayrampaşa deresi Sulukule kapısına gidiyor. Langada denize ulaşıyor. 


Beşiktaş-Hasanpaşa


Beşiktaş ve Ihlamuraltını sulayan Beşiktaş ve Hasanpaşa dereleri Rumeli Yakasındaki iç mahallelere uzanıyor. Ortaköy dereboyundan içerilere meşhur çiçek bahçelerine bu dönemde sandalla geçiliyor.


Baltalimanı


Baltalimanı ve Kanlıkavak dereleri de 3.Selim devrine dek denize döküldükleri yerde gemilerin barınabileceği bir körfez meydana getiriyorlar. 


Kestane

Kestane Su vadisi ise denize doğru bir çok kolla açılırken bir koluda Sarıyerden geçiyor. Kabataş kayalıklarını canlandıran kaynak suyu. 


Gerek Asya gerekse Avrupa yakasını sulayan ve su yoluna dökülen tüm dereler, kayık ulaşımını kent içlerine dek çekiyor. Bu derelerin bir çoğu kirlilik ve yanlış kentleşme nedeni ile yok olmuş durumda . Bu çok çok üzücü...


Fausto Zonaro - Kayık Sefası



BUHARLI GEMİLER VE KÖPRÜLER SONRASI 


“Boğaz köylerinden birinde oturup da insanın kayığı olmaması mümkün değildi. Ya yalısının önüne, ya da köyünün iskelesine bağladığı bu kayıklar, sahibi için iftihar vesilesi idi. Bütün burada saydığımız tekne tipleri birer birer yok olurken , meydan artık vapur ve sandallara kalacaktı. Değişen devirle birlikte, İstanbul su yolu, insan elinden makine eline geçişin ıstırabına katlanacaktı….”  


diyor "Su Yolu'nun Dilberleri" kitabında Terry Sonman


İstanbullular 1827 yılında ilk kez buharla işleyen yandan çarklı bir gemi ile tanışıyorlar. SWIFT (hızlı) . Zamanla vapur sayısı artar, iskeleler arası konforlu bir yolculuk alternatifi sunan bu taşıt kullanılması tercih edilir. Haliç üzerindeki köprülerin de inşaası ile boğazın çehresi değişir. Abdülmecid döneminde Boğaziçine düzenli vapur seferleri konmuştur. Her saat her yere vapur seferi olmadığı için birbirine yakın iskelelerde vapura göre ucuz olan kayık ve sandalların kullanımı uzun süre devam eder. Mehtap ve sazlı sözlü eğlenceler ve geziler son bulmaz. Nazenin Piyadeler eski işlerini yürütemez olunca kaybolurlar, yerlerini bu süreçte Batıdan kopya daha kaba saba olan sandal ve filikalar alır. Sandallar imparatorluğun son yüzyılında ortaya çıkar. Uzun daracık dümensiz  piyadelere oranla geniş , dengeli, inişi binişi daha rahat teknelerdir. Profesyonel hamlacıya daha az ihtiyaç vardır. Bakımı piyadelere göre daha ucuzdur. 


Çelik Gülersoy’un özetlediği üzere:


"… vapurlar önce kayığa karşı ilk rakibi doğurdular. Sandal, Artık bir yerden bir yere gitmek için kayığın hızına ihtiyaç kalmayınca popülerleşir. Daha ağır daha tembel küçük motorsuz tekne daha güvenli daha rahat oluşu ile kayığın yerini alır. Kayık kadar allı pullu olması gerekmiyordu. O süsleri yapmaya ne vakit ne de altın para vardır…"


İş Bankası Koleksiyonu - Şeref Akdik- Fenerbahçe

İş Bankası Koleksiyonu - Hasan Vecih - Kurbağalıdere

İş Bankası Koleksiyonu - Hikmet Onat - Göksu

İş Bankası Koleksiyonu - Moda'da Kayıklar



Ancak makineleşme karşısında sandallarda bir süre sonra ortadan kalkacak, beraberinde İstanbul kayıkhanelerini çekek yerlerini de kaybedecektir.


1852 yılında bozulan işleri nedeni ile kayıkçı esnafı bir protesto yapıyorlar. Vapurların iskeleye yanaşmalarını engellemeye çalışmaları değişen dünyada ayakta kalmalarına imkan vermeyecektir artık. 


1910 tarihli anılarında Piyer Loti şunları yazmış


"… vaktiyle bizim yarış futalarımızı andıran dar uzun ve hafif kayıklar iki kıyı arasında gidip gelmeye yetiyordu. Ne güzeldi onlar, pek narindiler, yaldızlı zarif süslemeleriyle, inci boncuklarla bezeliydiler. Ne çareki bizdeki sürat hastalığınn Türkiye’ye bulaşmasından bu yana her yıl sayıları azalıyor, onların yerini buharlı şalupalar, elektrikli ve mazotlu tekneler, çirkin, pis ama hızlı giden her şey alıyor…"


Sanayi Devriminin geç girişi ve hızla tüketerek girişi sanırım hiç birimizin engel olamayacağı ve hatta engel olmak istemediğimiz bir gelişme idi, elbette. Gelişirken kaybolan eski güzeller efsaneye dönüşürken, yenilerini yine bir zerafet ve estetik çerçevesinde yaratabilmek insan olmanın hakkını verebilmek için gereken bir durumdu. İşte gerçek medenileşme böyle bir şey olurdu...

Ruşen Eşref Ünaydın gazeteci ve diplomat, küreklerin yerini motoru alış sürecini 1938’de  şöyle anlatmış:


"… tıpkı eskinin o zerafet simgesi piyadeler gibi; kenarları altın nakışlı, arkalığı gümüş aynalı; dümen ipleri vişne çürüğü ipekten, yekeleri ve ıskarmoz uçları pırıl pırıl” sandallarda bu sulardan ellerini ayaklarını usulca çekmişler, yerlerini boyaları dökülen ve kadife döşemeleri muşambalaşan pejmürde adaşlarına bırakmışlardı. Hatta kimi sandalcılar da küreklerini bırakıp sandalının kıçına taktığı motorla müşteri bekliyorlar."


makineleşmiş sandallar, eski yoldaşlarının yanından, burunları havada geçiyorlar. Belki de yakında kürek, kayık azmanı alamanalardan başka ancak spor kiklerinde kalacaktır…”


1970 lere gelindiğinde Galata Perşembe Pazarı güzergahında 100 kadar sandalın hala çalıştığı görülmektedir. Hatta benim çocukluğumda trenle geldiğimiz Ankara'dan gece Haydarpaşa Kadıköy arası sandalla geçtiğimizi biliyorum.


Ara Güler - İstanbul Sergisi

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ


İstanbul her daim öyle değişik bir büyü ve kaos şehri ki belki de adına ansiklopedi düzenlenmek istenen başka şehir yoktur. Geçen yıl Salt Galata'da yine Mine Kültür Evi ile gittiğimiz sergide Reşad Ekrem Koçu'nun sergilenen ansiklopedi fasiküllerini görme fırsatım oldu. Tabii ki, İstanbul kayıklar ve kürek birbirinin tamamlayıcısı olarak bir çok hikaye ve çizimle bu serginin içindeydiler. Bir kaç fotoğrafta size aşağıda bu sergiden paylaşmak istedim.







Zaman insanı, yaşamı, değerleri değiştirirken bir bütün olarak değerlendirmek gerek. Eski yıllarda zamanın anlamı, ve ona yaşam içinde anlam verebilme fikri çok farklı iken; hızlı ve ince İstanbul tekneleri veya Hünkar Kayıkları, sırmalar, atlaslar gümüş, altın sedef kakmalarla bezenip, kılık kıyafet özeni ve ihtiyacı daha farklı bir bakış açısında değerlendirilirdi. 


Sanayi devrimi ardından standartlaşan hayat, tüketim kültürü ile bu detay azalmış , kadın erkek yaşamları , toplum hayatı değişmiştir. Bunun getirdiği farklı zerafetler ortaya çıkarken, eski güzellikler kaybolmuştur. Bu kayboluş sırasında yaşanan değişimde Tüketim Toplumu ve kültürünün getirdiği değişimle ilgili çok özel bir çalışmayı dinleme fırsatı buldum. Değerlerin mutasyona uğraması ve anlam değişiklikleri söz konusu edilmişti. Bu başarılı tez çalışması için *Alara Dizdaroğlu'nu tebrik etmek istiyorum. Bana da bir bakış açısı kattı açıkçası. O tez çok kapsamlıydı ama benim kürek adına çıkardığım sonuç şu oldu:


Güzelim Piyade kayıkları şu anda yapma gülünç "kitch" motorlar halinde Haliçte gerçekten estetikten hiç nasip almamış biçimde dolaşıyorlar. Ve güzelim kayıklarımız da anlam değiştirerek "kano" zannedilmeye başlamış. Tıpkı Noel Baba'nın kökeninde Antalyalı bir azizden Norveçli Coca Cola satıcısı ve hediye imalatçısına dönüşmesi gibi... (*) (Bu da Alara Hanım'ın tezinden alıntıdır) Bu aslında kültür erozyonu ve aslında bir çeşit ölüm fermanı...


Ama bu yok oluşun içinden doğmasını bilmek de insanın işi...Yine de özellikle Swift teknelerinin İzmir'de üretiliyor olması, kürek sporunun sevdalıları olması ve Haliç'te İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin düzenlediği yarışlar ümit vadediyor. Son bir yıldır devam eden sergilerde İstanbul teması çok işlendi bunlarda hepimize ilham verici oldu. Bir çoğu sonlandı. Özellikle Mine Kültür Evi'nin bir kaç kez düzenlemiş olduğu "İstanbul Fragmanları" organizasyonu çok ufuk açıcıydı. Ama görebileceğiniz sürekli devam eden İş Bankası Koleksiyonu var, onu da kaçırmayın derim ...


Bu dönüşümden yeni çağa uygun en güzel şeyi bence yine çıkarsa çıkarsa İstanbul çıkarır... Siz ne dersiniz?


Bir sonraki yazı artık sadece yarışlarda gördüğümüz kürek ile ilgili ...


Meraklısına Linkler ve Kaynaklar: 


Pınar Erkan Açık Radyo Yayınları:


https://open.spotify.com/episode/17ANqCW0842O3iqahxnN9h?si=XOIh88sYR7iMZYaHz5tanw


https://open.spotify.com/episode/2p69lFLEWaAZtl5elENz6Z?si=Trw2R3KGTnG5Zd4nyHHLKg







 


Ali Rıza İşipek Videoları:

https://youtu.be/Ud9_67Ae2NE?si=oDsy5CRDLAnGJQf4
https://youtu.be/BPlfaiEdHpQ?si=dEVfR4w61cjX06DA

Julia Pardoe
https://tr.travelogues.gr/collection.php?view=225

Ara Güler - İstanbul Fotoğrafları
https://www.araguler.com.tr/tr/istanbulphotos2.html

Kitaplar:

Su Yolu Dİlberleri Terry Sonman 

İstanbul’un Kuğuları Saltanat Kayıkları, Ali Rıza İşipek

Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, İdris Bostan 

Geleneksel Türk Kayıkçılığı ve Gemiciliği , Jean Nahum ve Erhan Ünsal 

Denizlerin Güzelleri - Osman Kademoğlu

Kadırgadan Kalyona Osmanlıda Yelken , Mikyas-i Sefain, Ahmet Güleryüz DEnilen Kitabevi Eylül 2004

History Of Ships , Bernard I

Ireland Hamylyn 1999

Osmanlı Devletinde Spor , Atıf Kahraman s.682-689 Kültür Bakanlığı Yayınları /1697 1995 Ankara 1. Baskı

Pupa Yelken Sadun Boro

Denizlerin Güzelleri, Osman Kademoğlu 

BOĞAZİÇİ YALILARI, ABDÜLHAK ŞİNASİ ŞİİRLERİ

BOĞAZİÇİNDE TARİH, SAMİHA AYVERDİ

Saltanat Kayıkları, Ali Rıza İşipek

Boğaziçinin Güzelleri, Miss Pardoe İngiliz Yazar

Boğaziçi ve Kayık Kültürü, Mehmet Maza,Yeditepe Yayınevi, İstanbul,Mayıs 2010, 1.Baskı

İstanbul Kayıkçıları, Mehmet Mazak, Yeditepe Yayınevi, İstanbul,Aralık 2019, 1. Baskı

Boğaziçi ve Saltanat Kayıkları, Hayati Tezel ve M.Erem Çalıkoğlu, Cem Yayınevi, İstanbul, 1983

Eski İstanbul’da Deniz Ulaşımı, Mehmet Mazak, IBB Yayınları, İstanbul, 1998

Aşk Olsun o Kayıklara, Aryun Ünsal, Everest İnceleme, İstanbul, Ekim 2023




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞAMPİYON YETİŞTİREN AİLE OLMAK

ANTARKTİKA YOLUNDA - BİR İLKİ BAŞARMANIN PEŞİNDE -ALİ RIZA BİLAL

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NESİLLERCE KÜREK - NİHAT USTA'DAN GENÇLERE ...