SÜRDÜRÜLEBİLİR HAYATTA KALMA

 

Leyla Diana - Marmorpappier - 07.05.2021 - instagram@leyladiana.art sayfasından

İnsan yaşlanınca eski anıları anlatıp durur, sanırım ben de o yoldayım. Bu kez, yine bir sosyal uygunluk denetçisi ile yaşadığım denetim gününü anlatmak istiyorum. Tekstil sektöründe boyahane, baskı ve yıkama firmaları çok sayıda zararlı kimyasallarla çalışırlar. Sosyal uygunluk denetçisinin de incelediği önemli hususlardan biri bu zararlı kimyasalların nasıl bertaraf edildiği, arıtma kullanılıp kullanılmadığıdır. Bugüne kadar ben hiç kendi arıtması olan bir tekstil yıkamacısına rast gelmedim. Üstelik biri Sapanca gölüne bakan ormanın içinde çok müthiş bir yerdeydi. Sapanca gölünün niye eski halinde olmadığı çok açık. 

Denetim gününe geri döneyim, denetçi önemli bir markayı temsilen firmadaydı. Firma sahibi bizi karşıladı, binbir değişik markadan ve sertifika veren kuruluştan aldığı onayları gösterdi. Biz habersiz gittiğimiz için biraz şaşkındı. Tüm yerler ıslak, kimyasallar ortadaydı. İş güvenliği açısından son derece dikkatsiz ve dağınık görünüyorlardı. Sıra geldi zararlı kimyasallar nereye boşaltılıyor sorusuna, cevap burası organize sanayi bölgesi. Burada arıtma bizim değil Organize Sanayinin sorumluluğu dediler. Hepimiz sustuk ve beş dakika kadar süren bir sessizlik oldu. Bu olayın üzerinden oniki yıl geçmiş. Marmara Denizi iyi dayanmış diyorum bugün. Sorumluluk almamak, ben yapmadım demek, insanın kaçış yollarından biri, acil bir vicdan temizliği yapıp başını döndürüp yürümeyi sağlıyor ve en fazla vah vah deyip geçiyoruz. Oysa işte durum ortada. Fabrikalar dikkat etmedi, organize sanayi denetlenmedi, evlerimizde bilip bilmeden kullandığımız her tür zararlı atık ile ortalığı felaket alanına çevirdik. Ve bunu çok kısa bir sürede 30-35 yıl gibi bir zaman diliminde gerçekleştirdik. Ben çocukluğumda Kalamış'tan, Fenerbahçe'den ve adalardan denize girmiştim. Ama benim kızım giremedi. Hatta şehir denizi diye çocukların jargonu oluşmuştu bir ara. 

Firma sahibine sorsak, sorumluluğu al desek, düşük kar marjı, yaşam, geçim, kredi faizleri, hayatta kalma,  gelecek gündeme, fiyata zam diyecek, müşterinin denetçisi veya satın almacısının ise daha yüksek bir kar marjı vermeye niyeti yok. Fiyat tutmuyorsa, alıp başını yeni kirlenecek 3.dünya ülkelerine götürüyor siparişi. Oysa sorumluluk hepimizindi. Hafta başında Oksijen gazetesindeki Daron Acemoğlu'nun yazısını tavsiye ederim. CEO'ların kendi kariyerlerini kurtarmak adına nasıl yıkıcı iş modelleri geliştirdiklerini anlatıyor. Okisjen gazetesinin aynı sayısı müsilaj konusuna çok geniş bir yer vermiş. Nasıl gözlerimizi kapayıp durumu değerlendirmediğimizi açıkça ortaya koyan feci istatistikler var. 

Biten sadece bizim Marmara değil, sadece iç deniz olduğu için felaketi gözümüzle görmenin en kolay olduğu yer burası oldu. Bugün dünyamızda bazı okyanus kıyılarında bile kirlilik yüzünden denize girilmiyor. Ve denizler aslında dünyanın %75 ini oluşturuyor ve hepsi birbirine bağlı bir bütün. Mavi gezegenimizi bir çöp gezegeni haline getirdik ve dünya gözünü kapamaya devam ediyor. Küre bize acıyor da çok hızlı ısınmıyor adeta, Covid bize acıdı da hala çoğumuz hayattayız. 

Yukarıda görselini koyduğum fotoğraf, fotoğrafçı Leyla Diana'nın instagram sayfasından alındı. Leyla hanımı doğanın korunmasına duyduğu hassasiyetini her fırsatta ön plana çıkaran bir fotoğrafçı. Yoğurtçupark Dereağzındaki müsilajın görüntüsünün bir kısmını gösteriyor. Marmara'nın artık bir deniz olmadığını başka bir doğa fenomeni olduğunu gösteriyor bize. Doğa suratımıza kabahatimizi vururken bile bizden daha kibar ve estetik bir manzara ile yapıyor bunu sanki. 

Yine başka ama çok da eskimemiş bir anıyı aktarayım. Dedem doğa aşığı bir insandı ve onun baktığı küçük bir bahçemiz oldu Sapanca gölü kıyısında, babaannem de yüzme aşığı bir insandı ve dedem babaannem yüzebilsin diye evin önünde küçük bir sazlık alanı kendi kesmişti . Oradan göle girerdik. Ben yüzmeyi Sapanca gölünde öğrendim. İçme suyumuzu gölden alırdık, bahçelerimizi gölden çektiğimiz suyla sulardık. Zamanla göl kirlendi. Hatta bir çevre felaketi de orada yaşamıştık sanırım 25-30 sene önceydi. Gölün rengi şeker pembesine dönmüştü. Dönemin yöneticileri iş işten geçtikten sonra bazı tedbirler aldılar tabii. Ama gölün içinde yaşayan benim çocukluğumdan tanıdığım göl ıstakozları, yengeçleri, bazı midye türleri ve yosunlar hatta bazı balık türleri tamamen ortadan yok oldu. Sazları kesip hasırcılıkta kullanmak yasaklandı. Civar köylerde manda ve ineklerin göl kıyısında yürümeleri, yüzmeleri yasaklandı. Hatta kürekçilerin bile kürek çekmesini istemediklerini duydum. Peki Sapanca için tehlike geçti mi? Kesinlikle hayır. Her gün ormanı kesip biçip yerine yükselen otelleri ve siteleri görüyoruz. Bizim iki odalı küçük evimizden ben küçükken gece sonsuz bir karanlığı seyrederken şimdi kartepe ışıl ışıl bir şehir görünümünde. Civardaki sanayi durmadı, devam ediyor. Yapılan otoban nedeni ile daha fazla araba geçiyor ve hava kirleniyor. 

Sazları kesmek yasaklandığı için biz artık kesmiyoruz. O yüzden evin önü sazla kaplandı. Burada balıklar kendisine yuva bulabilecekler inşallah. Ancak, gölün etrafındaki sazlık alan gözle görünür biçimde azalıyor. Nasıl oluyor acaba diye soruşturduğumda köylülerden öğrendiğime göre, herkes gizlice ot ilacı (zehir) atıp sazları yok ediyormuş. Köyde yaşayan delikanlılardan birine şöyle dedim.

"İyi ama balıkları öldürüyorsunuz, çocuklar, ördekler burada yüzüyor. Meyve bahçelerini bu suyla suluyorsunuz" dedim. 

"Burada kimse senin düşündüğün gibi düşünmüyor Aslı abla" dediler. 

Organik tarım, temiz tarım, doğal yaşam şehirlerde çok gündemde ama köylerde bununla ilgili farkındalık pek yok. Bu sefer organik tarım yapmaya çalışan bir arkadaşımla dertleşiyorum. Doğal Ana instagram hesabından kendisini takip edebilirsiniz. 

"ikna edemiyorum bu köyde yaşayanları" dedim. 

"İlaç diye zamanında yanlış benimsetilmiş bir sürü zararlı kullanılıyor. Kelimeyi kullanırken zehir diye kullanınca biraz daha iyi ikna oluyorlar" diye anlatıyor. 

İnsanlar, hayvanlar ve bitkilerin aksine geçtikleri yerlerden arkalarında muazzam bir iz bırakıyorlar. Ve bıraktığımız izler kendi cüssemizin kat ve kat üzerinde. Bu iz doğaya geri dönüşümü son derece zor ve doğada yaşayan diğer canlılara hatta kendimizin hayatta kalması için gereken havayı, suyu ve gıdayı bozmakta. Diğer deyişle Orhan Veli Kanık'ın şiirinde olduğu gibi ..."Hava bedava...acı su bedava..." değil.  Bilakis şu an küçük hesaplar, anlık hazlar peşinde koşarken yaşayabileceğimiz dünyayı tükettiğimiz için, hayatta kalabilmek için temiz havayı, temiz suyu, temiz doğa ve gıdayı yerine koyabilmek için büyük bir bedel ödemeye başladık bile. Orhan Veli'de aslında bedava bir şey olmadığını incecik zarif bir dille anlatıyor bu şiirde.

Harekete geçmekte her gün biraz daha geç kalındığına göre, hemen evlerimizde, iş yerlerimizde acilen farklı bir yaşam biçimine geçilmesi zorunlu. Geçtiğimiz hafta daha önceki yazılardan birinde bahsettiğim üzere Edirne'de yapılan kürek festivaline gittik. Bu festivaldeki en önemli standlardan biri de ' Sıfır Atık Projesi'nin standıydı. Yani ardımızda iz bırakmamak gerekiyor. Az çöp çıkarmak. Belediyeler, ambalaj malzemelerini ayrı topluyorlar. Bu konuda büyük şehir belediyelerinin gayretleri çok. Umarım küçük lokasyonlardaki mahallelere de bu uygulamalar yayılır. Peki nasıl olması gerektiği konusunda yeterince bilgimiz var mı? Gıda atıklarını ayrı, diğer tüm ambalaj atığını ayrı biriktirmek gerek. Özellikle kağıt atıkların diğer atıklarla karışmaması gerekiyor. Yoksa bozulup kullanılamaz hale gelebiliyor. Gıda atıkları için evde kompost bitki gübresi yapımında kullanabilirsiniz. Benim Kadıköy'de yaşadığım mahallede bunu sağlamak üzere bir perma kültür bahçesi projesi var. Yine evime yakın bir yerde tavuk bakanlar var. Bu tavuklarda sebze atıklarını yiyebiliyorlar. Marketlerde poşet kullanımını bitirmek üzere başlayan projeye destek olmak gerek. Büyüklerimizin yaptığı gibi kendi file ve bez torbalarımızı yanımızdan ayırmamak gerekiyor. Kullandığımız deterjan, şampuan vs kozmetik ve kimyasalları kendimize ve geleceğimize daha az zararlı olanlardan seçmeliyiz. bir damla zeytinyağı bütün nemlendiricilerden daha başarılı. Zeytinyağı uzmanlarından öğrendim bunu da. Küçücük bir mesai ile başarabileceğimiz çok şey var. 

Buna ek olarak, yapılan tüm binalara bir küçük arıtma kurulabilir bana göre. Nasıl seksenlerin başında maliyetler yüzünden akaryakıtla ısınan binalar kömür kaloriferlerine döndüyse, yine aynı binalar hava kirliliği nedeni ile doksanlarda kömürden doğalgaz kalorifere döndüyse şimdide birer arıtma eklenebilir düşüncesindeyim. Yeni binalara ve ofislere de bu şart koşulmalı. 

Büyük kirliliği yaratan üretim tesisleri için mevcut bir çevre koruma kanunu var, uygulamasının etkin yürütülmesi gerek. Bu sosyal konularda üretim tesislerinin duruma adapte olması için bir plan istenir ve makul bir sürede bu planın uygulanması istenir. Bazıları için ciddi bir yatırım gerekir. Bu yatırımın finansmanı genellikle biz de sermaye kıtlığı ve kredi maliyetlerinin yüksek olmasını iş verenler ileri sürebilmekteler. Ama uzun vadeli düşünüldüğünde şu an basından takip ettiğimiz üzere, işletmenin kapatılması veya bizi öldüren bir doğa ile sınanmaktayız. Finansal darboğaz nedeni ile belki istedikleri kadar kısa vadede kar edemeyecekler ama uzun vadede hayatta kalacaklar. Daha önce "Değerler olmazsa olmaz" yazımda belirttiğim üzere işinizi nasıl yaptığınız ile ilgili değerleriniz olmazsa şirktenizin maddi değeri de olmaz zaten. Değerleriniz arasında sağlıklı bir gelecek nesil devamı için, çocuklarımızın hayatta kalması için ardımızda sıfır kirlilik , sıfır iz, sıfır atık konusuna yer ayırmalıyız. Doğaya ve birbirimize, çocuklarımızın hayatına saygı duymamız yeterli aslında. Bugün  sosyal medyada elden ele dolaşan Marmara denizinde görülen çevre felaketi müsilaj ile ilgili röportaj, bilimsel açıklama ve etkileyici fotoğraflara sebep olan bizim evden attıklarımız. Ve umursamaz isek bir süre sonra temiz su yerine musluklarımızdan müsilaj akabilir. Bu sorun sadece Marmara bölgesinde yaşayanların değil, tüm Dünya'nın içinde bulunduğu bir durum. Bunu bilen önemli markalar ülkemizden yapacakları alımları da durdurabilecekler. Çevreye önem vermeyen bir üretim tesisinin uzun vadede hayatta kalma olasılığı yok. 

Sürdürülebilir olmayan kısa vadeli hayatta kalma; günü kurtarma veya diğer deyişle bir strateji olmadan yolda giderken kervanın durumuna bakarız gibi yönetim biçimlerinin hayatta kalma olasılığı yok. Bunu kurumların farketmesi çok çok önemli. Bu farkındalığın evlerden başlaması ise projenin sürdürülebilir olmasını sağlayacak  önemli bir adım. Şimdi birlikte bilinçli olma zamanı. Aşağıda ilgilenenler için müsilajın nasıl Dünyanın her yerinde görüldüğü ile ilgili durumun vahim manzarası ile ilgili linkler gönderiyorum. Yine sıfır atık nasıl olabilir, evde kompost gübre yapımı gibi konularla ilgili linkleri de gönderiyorum. 

Kürekçilerin doğa farkındalıkları gelişmiştir. Doğaya hiç zarar vermeden sabah beş buçuk veya altıda dingin bir kanalda, kuşları ve palanın çıkardığı su sesini dinlediğiniz ve buna aşık olduğunuz bir spordur. Temiz doğanın peşindedir kürekçiler. Her kürekte egosunu terbiye etmeye çalışır.

Bir yarın olabilmesi için, hayatta kalmamızın sürdürülebilir olması için doğa ile dost olmak zorundayız. Herşeye müdahale etmek isteyen egoist insan doğasını terbiye etme zamanı geldi de geçti. Sanırım gerçek üçüncü Dünya Savaşımız bu savaş. Kendi egomuzu bastırıp Dünyayı kurtarma savaşı. Şimdi kürek çekme zamanı ...


Fotoğraf : Caner Eler twitter hesabından alınmıştır. Fotoğrafçı: Yasin Akgül

https://evrimagaci.org/deniz-salyasi-musilaj-bitki-ve-mikroorganizmalarin-salgisi-kontrolden-ciktiginda-denizlerin-korkulu-ruyasi-olabilir-10539

 Daron Acemoğlu, Mesele CEO'lar, Oksijen Gazetesi 4-10 Haziran 2021

Bekir Ağırdır, Sürdürülebilir toplumsal esenlik mümkün mü?, Okisjen Gazetesi 4-10 Haziran 2021



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MASTER KÜREKÇİLERİN USTASI : FATİH ÖRER

ŞAMPİYON YETİŞTİREN AİLE OLMAK

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NESİLLERCE KÜREK - NİHAT USTA'DAN GENÇLERE ...