FORSA

 Forsa kelimesini Ömer Seyfettin'in ilkokulda okutulan aynı isimli hikayesinde duymuştum. Üzüntü veren, ama yılmaz bir sabrı anlatan hikayeydi. Bir kadırgada yıllarca kürek mahkumu olmak, dünyanın en zor cezalarından biri olarak tasvir ediliyordu. O çağlarda kadırgalarda 200 kadar zincirle bağlanmış kürekçi bulunuyor ve bu güçlü adamlara zorla kürek çektiriliyormuş. Eski kadırgalarda, şimdiki gibi hafif ve palaları geniş kürekler yok, oturaklar kaymıyor ve ağır kadırgaların ilerleyebilmesi için 200 kadar insanın uyumla kürek çekmesi gerekiyor. Bu mahkumlar hikayelerde çoğunlukla da gerçekten büyük suçlar işlememişler gibi anlatılmaktadır. Ömer Seyfettin'in forsası savaş esiri iken, Victor Hugo'nun Sefillerinde Jean Valjean açlıktan ölmemek için bir ekmek çalan gariban biridir. Ama en unutulmaz olanı sanırım Ben Hur filmindeki sahnedir. Bu filmde de Ben Hur karakterini bir başkasının siyasi bazı hırsları  nedeni ile  haksızlığa uğramış kürek mahkumu olarak görürüz. 

Bu görüntüler, insan hafızalarında kürekçilerin güçlü ama eziyet çeken insanlar olarak algılanmalarına neden olmuş sanırım. Babamı her ziyaret ettiğimde "Allah çektirmesin" diye karşılayan sözlerini duyuyorum. Forsa kelimesi köken olarak Latince kaba kuvvetten türemiş. Sonra zamanla kürek mahkumu kelimesinin karşılığı olarak bizim dilimizde yer almış. Bu belki de kürek sporunu geliştirebilmek için ilk aşmamız gereken algılardan biri. Bu sporun bir mahkumiyet olmadığını anlatmak gerekiyor.

Son yıllarda çevrilen Vikingler dizisinde bunu görebiliriz belki. Küreğe farklı bir bakış açısı var. Kadın erkek bir arada teknelere binip, kürek çekerek Avrupa'yı istila etmeye çalışıyorlar. Burada kürek açısından vurgulanan ise kadın erkek bir arada işbirliği yaparak uyumu yakalamak. Bu sayede Vikingler 800 lü yıllara Avrupa'da bayağı etkili oluyorlar, ama bu  yetmiyor, kürek çekerek İzlanda'ya kadar gidiyorlar. Bir rivayete göre Kuzey Amerika'ya da ilk onlar ayak basıyor. Vikingler dizisinde kürekçi bedenen güçlü ve dayanıklı olduğu gibi mental olarak da; hem kalben, hem beynen dayanıklı insan. Günümüzde de Atlantik okyanusunu kürek ile geçen çılgın sporcular var. 

Bu hikayelerde iki ayrı kürekçi, iki ayrı yaşam ve bakış açısı var. Biri bu hayat teknenizde "Forsa mısınız?" diğeri ise işbirliği halinde olan "şen denizci misiniz" ? ikisi arasında ince bir çizgi var. Hayatın kölesi olmak ile hayatın hakimi olabilmek arasında görünmez bir çizgi var. 

Geçen hafta bir arkadaşımın verdiği 'Gündelik Hayat'ta Totalitarizm, Cehenneme Övgü' adlı Gündüz Vassaf'ın kitabındaki denemelerini okudum. Özgürlük konusu insan yaşamının değişmeyen gündemidir. Binlerce yıldır konuşuluyor. Hatta öyle bir hale gelmiş ki sonsuz bir arayış döngüsü halinde. Teknoloji, bilim ve fikirler, politikalar bunun üzerinden üretiliyor tam bir kölelikten kurtuluyoruz ki, bir başkasına yakalanıyoruz. Kitap 1987 yılında kaleme alınmış ama güncelliğini yitirmesi mümkün değil. 

İnsan doğduğu andan itibaren bağımlı olarak doğar ve tüm çabası bu esaretlerden kurtulmaktır. Doğduğunuzda tek başınıza yemek yiyemez, yürüyemez, konuşamaz ve istediğinizi yapamazsınız, tek yapabildiğiniz yaygara basmaktır. Aslında belki de en özgür anınızdır bu. Çok büyük bir çoğunlukla her yaygaranızda yanı başınızda emrinize amade ebeveyniniz sizi teskin etmek için bulunur. Kimin, kime köle olduğu yumurta tavuk kısır döngüsü gibidir. Sonra, yürüyebilirsiniz, bu zafer anınızda artık ebeveyninize bağımlı olmadan sonsuz meraklarınız için koşturursunuz. Benim en bilinçli sevindiğim hadise kendi başına okuyabildiğim andı. Annem'den rica etmekten kurtulmuştum ve tek başıma okuyabilmek benim için önemli bir bağımsızlık hali idi. Ama okumayı öğrenince okulu bırakamayacağımı öğrenmek yeni bir mahkumiyet hali gibi olmuştu. 

Yine benim için ekonomik olarak harçlık istemekten kurtulmak önemli bir bağımsızlık hamlesi idi. Ama bu sefer de bordro mahkumu olarak hayatımın en kıymetli zamanını bir iş yerine vakfetmem gerekmişti. Kendi işinizin patronu bile olsanız, bir anda kendinizi bakmakla yükümlü olduğunuz personeliniz ve aile fertlerinizin geçimi için gece gündüz çalışan bir köle olarak bulursunuz. 

Evlilik uzun vadede iyi idare edilmezse ciddi bağımlılık. Evlat sahibi olduğumda ise gönüllü olarak bir başkasının hayat projesine destek vermek üzere kendi hayatını askıya alma prosesi içinde buldum kendimi. Ebeveyn evlat ilişkisinde ki tüm karşılıklı isyanların ana sebebi özgürlük alanları sanırım. 

Teknoloji ve yapay zeka geliştikçe kendimize daha çok aylak zaman yaratmaya çalıştıkça, o aylak zamanı sağlayan akıllı cihazların bağımlısı haline geliyoruz. Sonra o bağımlılıktan kurtulmak için başka bir şeyler keşfetmek gerekiyor. Keşif bağımlısıyız. Kısacası bitmeyen bir totalitarizm var gibi algılanılıyor. 

Her filozof bu konuya kendince bir çare bulmuş. Rousseau, Paine, Voltaire, Machiavelli, Buda, Krishna, Tolle, Harari. Sonsuz tartışırlar. Özgürlük var mıdır? Nerede vardır? Nasıl vardır? Nasıl bir Yönetim biçimi sağlar? Bireysel midir? Psikolojik midir? Sosyolojik midir? Anlayabildiğim kadarıyla üzerinde uzlaşılan kavram ise saygıdır. Saygısız özgürlük kesin olmuyor. Saygının var olması ön şart ama yeter şart değil. Diğer her türlü varlığın, oluşuna duyduğun saygı ve bir başkasına verdiğin söz ile ilgili olarak kendi sözüne duyduğun saygı. Var oluşun sonsuz döngüsünü kabul ederek ona duyduğun saygı. Empoze edilen her bilgi ve öğretiye saygı duyarken, tüm bunların sorgulanmasına duyulan saygı. Kendi var oluşuna ve benliğine duyduğun saygı.

İnce çizgi burada ortaya çıkıyor. İnsan doğumundan itibaren kendini tanımlama gayreti içindedir.  Kendini tanımlarken bir ülkeye, bir takıma, br ideolojiye, bir inanca ait olma ihtiyacı duyar. Böylece o sabit noktada durarak pusulasını kullanır. Ait olurken, o ince noktada kendinizi nasıl tanımlarsanız; Forsa veya Özgür kürekçi işte öylesiniz. Zaman zaman forsa, zaman zaman özgür olabilirsiniz. Hayat koşullarınızda her ne ile meşgul iseniz Bertrand Russel'ın da ima ettiği üzere, onu neşe içinde ve sevgi ile yapıyorsanız özgürsünüz. Ama mecbur hissederek yapıyorsanız forsasınız. 

Gündüz Vassaf biraz Dante'ye biraz Montaigne'e özenerek yazdığı kitabında 230 sayfa boyunca gündelik hayatın her anının bir totaliter dayatma olduğunu, hiyerarşi varsa kölelik vardır diye anlattıktan sonra, Sayfa 230 da biz kürekçilerin (ya da benim diyeyim ) inandığı noktaya gelmiş. 

" Uyumsuzluk ve çatışma hiyerarşik bir modelden kaynaklanır. İşbirliği ve uyum ise kurulu bir düzeni değil, her şeyin benzersiz olmasını amaçlayan bir dünya görüşünden kaynaklanır. Uyumsuzluk ve çatışma, yıkıma yol açar. İşbirliği ve uyum , yaratıcılığı getirir. Yaratıcılıkta da çatışma vardır. Ama bu çatışan değer sistemleri arasında değil, insanla, onun daha fazla işitmek, görmek, dokunmak, yaratmak için verdiği sonsuz arayış arasındaki çatışmadır. " 

Emek verdiğimiz iş yerlerimizde patron veya işçi olmak arasında fark yoktur eğer işbirliği hissimiz ağır basmıyorsa.  Evliliğimizde anne, baba veya çocuk olmak arasında fark yoktur eğer çatışmalar hiyerarşik bir modelden kaynaklanıyorsa. Ajandalarınızda yaptığınız iş planlarınız bile kendinizle çatışmaya yol açıyorsa kendinizle işbirliği halinde değilseniz yine kendi içinizde özgür olup olmadığınızı tartışabilirsiniz.


Kayıklarımızda ister tek çifte kürek çekelim, ister ekip teknelerinde çekelim, neşe içinde işbirliği yaptığımızın bilincinde isek her birimiz özgür kürekçileriz. Yoksa sadece hamlaya biat ediyor, Ben Hur gibi gözleri devirerek bakmaya başlamışsak forsayız. Aynı teknede kürek çeken bazılarımız forsa bazılarımız özgür olabilir mi? Bu haftanın espirisi olsun aşağıdaki fotoğrafta görünen 4 çifte teknedeki forsa ve özgürleri ayırabilir miyiz?

Hayat teknelerinizde, incelikli rotalarınızda forsa olmadan neşe içinde kürek çekmenizi diliyorum. 









Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı.
    Bazı yerleri iki hatta üç kez okuduğuma göre Forsa'lık ağır basmış
    ya da erken alzheimer habercisi.

    Yazdığımız iş listesinin kölesi olmak, ilginçti.

    Okuma listeme bir kitap daha eklediniz.

    Mutlu ve sağlıklı bir yıl dilerim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MASTER KÜREKÇİLERİN USTASI : FATİH ÖRER

ŞAMPİYON YETİŞTİREN AİLE OLMAK

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NESİLLERCE KÜREK - NİHAT USTA'DAN GENÇLERE ...