BİLİNCİN KIYISI


Yeniden sokağa çıkma yasaklarının başladığı ve Covid-19 salgının ikinci ve anlaşılan daha büyük bir tepe noktasına çıktığı bugünlerde, yeni düzenlerimize uyum sağlamaya çalışarak devam etmeye çalışıyoruz. Nerede eski bayramlar dediğimiz gibi, bir kaç ay içinde "...ah! ah! eskiden sinemalara tiyatrolara giderdik azizim, mağaza vitrinleri bakardık, hey gidi günler, arkadaşlarla bir çay bahçesinde oturduğumuz günler vardı. Sarılırdık, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperdik. Maratonları topluca aynı yerde güle oynaya koşardık..." dediğimiz günlere ulaştık. Bir anda herşey sanal aleme taşındı. Oldukça da hazırlıklıymışız. Eskisinden daha çok seminer takip edebiliyorum. Zoom uygulaması üzerinden haftanın beş günü doluyum. Arada arkadaşlar ve akrabalarla görüntülü sohbet toplantılarımız var. Alışverişlerimiz internet üzerinde, defileler internet üzerinde. Ödemeler sanal para transferleri olarak kredi kartlarında. Sanal ergometre yarışları olduğu gibi, Dünya üzerinde herkesin katıldığı sanal koşular var. Evin koridorunda maraton koşabiliyorsun. Alıştığımız damak tadından çok uzak bir yaşam ama pes etmeden devam ediyoruz. 

Daha çok sanal dünya, daha çok izlenmek, bulut adı verilen veri bankalarına daha çok veri yüklemesi demek. Bundan gerçekten ne kadar korkmalıyız? Ne kadarı kontrol edebileceğimiz özgürlük alanımızda bunu ben göremiyorum. Kişisel Verileri Koruma kanunu ne kadar koruyor? 

Daha önce, Vandana Shiva'nın İnadına Canlı kitabından bahsetmiştim. Shiva doğadaki ekolojik dengenin bozulma nedenini Avrupalı bilim adamlarının indirgemeci bilim anlayışına bağlıyordu. Doğa dengesini bir bütün olarak ele almayınca, parçalara ayırıp verim ve miktar artışı hedeflenmesi sonucu ortaya çıkan endüstriyel tarımın doğanın dengesini mahvettiği, akabinde çevre kirliliği, toprak veriminin düşmesi ve doğal olarak beraberinde maliyet artışları ve farklı sağlık sorunları ile karşılaşıldığına ve daha ötesine kadar uzayan bir dizi reaksiyonla karşılaştığımızı anlatmaktaydı. Benzer şekilde diğer konuları da çevreyi toplumları ve insanları da indirgeyip kaş yapalım derken göz çıkarabiliyoruz.

İnsan olarak öyle garip bir türüz ki neşe içinde iyilik peşinde icat ve keşif yapıp sonra yolu değiştirip ondan hiç olmadık işler çıkarıyoruz. Maddeyi indirgeyip atomu ve çekirdeğini de bölelim parçalayalım diyoruz. Konuyu tıp insan iyileştirme gibi kullanmak, ya da başka simya işlerinde kullanmayı hayal ederken, atom bombasını yapıp büyük katliamları gerçekleştirip, yıllarca bu dehşetle bir kaç nesil insanı yönetiyoruz. 

Sadece fizik, kimya, tıp gibi bilimlerde değil, sosyal bilimlerde de aynı yöntemlerle insan incelemelerine devam ediliyor. Sosyoloji, toplumları didiklerken, psikoloji ruhumuzu didikliyor. Toplumları didikleyip daha güzel birlikte nasıl kürek çekerdik; insanlığı ve dünyayı nasıl da daha iyi bir toplum ve daha ileri demokrasi düzeylerine ulaştırabiliriz derken, Dünyanın önemli bir bölümünde iç savaş, terör ve huzursuzluk hakim. 

Psikoloji ise daha saç baş yolduran bir yere doğru gidiyor. 18. yüzyıldan itibaren bilinç, bilinçaltı gibi konulara ve daha sağlıklı ruhu olan toplumlar yaratmak adına bilim adamları kafa patlatmışlar. Bunun için araştırmalarında indirgeme yolu ile bilinçli halleriniz, düşleriniz ve atalarınızdan miras size kalan her türlü kimyasal ve öğütsel verileri parçalayıp, kısa devre yapan sinir sisteminizi ve toplumları sağlığına kavuşturmayı hedeflemişken, bir anda herkesin bilinç altı nasıl yönetilir diye bir hedef değişikliği görülüyor adeta. İstenilen siyasal partiye nasıl oy verdiririz, ya da istenilen ürünü nasıl satın aldırırız konularında uzmanlaşmak üzere derin bir gayret içindeyiz. 

Satın alma kararlarımızı, veya mevcut iktidarları gerçekten öz irademizle mi veriyoruz? Ya da belki şimdiye kadar biraz özgürdük ama bundan sonrası daha tahmin edilemez bir yola doğru mu gidiyor?

Benim şu an hayatımda mevcut kalp atışlarım, gün içinde nerden nereye gittiğim, hangi yolları kullandığım, nerelerden ne aldığım, ne almayı planladığım, hangi kitapları okuyup, hangi müzikleri dinlediğim, eşimle kavga mı ettim, kızımın ödevine mi yardım ettim. Bana benden daha hakim bir veri bankası var. Şah damarımdan daha yakınımdalar. 

Bir anda hayatımdaki en gerçek ve elle tutulur şeyin kürek çekmek olduğunu hissediyorum yeniden. Suya bir kol mesafesi uzaktayım ve şimdilik beynime bir çip yerleşmedi çok şükür. Teknede hala düş yolculuğunda özgür kalmak mümkün. Ama şu akıllı telefonlar yok mu ! Geçen gün telefonun fenerini kullanmak istediğimde bile karşıma reklam çıktı. Gerçekten korkutucu. 

Yeni nesil çiçek çocuklar belki de sanal köleliğe isyan edecekler, kim bilir?1973 yılında Woody Allen'ın çevirmiş olduğu Sleeper adlı (200 yıl sonra olarak bizde tercüme edilmiş) filminde bir sahnede gençler doğal yaşam için isyandaydılar. Oldukça tanıdık ve yakın öyle değil mi? 

Hafta içi katıldığım bir felsefe seminerinde, moderatör olan kişi bir alıntı yaptı ve şöyle dedi. Bu pandemi döneminde "... derin sorular ve derin arayışlar var..." Öyle mi dersiniz? Ben daha ziyade evlerine kapanan insanların daha az süslenip daha az çarşı pazar kafe gezebildikleri için kişisel gelişim ve farkındalıklara daha çok vakit ayırdıklarını düşünüyorum. Bu aynı zamanda yeni bir aydınlanma çağına bir adım daha fazla yaklaşmak demek. Pandemi bitince insanlar belki de daha farklı kaşifler ve farkındalık gezginleri olacaklar. Umut her zaman var. 

Bu sabah antrenmanında düşündüğüm şu oldu. Bilinç altımı ve hatta nefes alışımı bile takip eden bunca teknoloji beni yönlendiriyorsa, benim için düş nerede başlayıp gerçek nerede sonlanmıştı? İskele'den  kafamda soru işaretleri ile ayrılırken düşündüğüm; iskele gerçeğin kıyısı mıydı, yoksa düşün kıyısı mıydı? Hayat teknemdeki yolculuk gerçekten düşe yaptığım bir yolculuk mu? Yoksa düş kıyısından ayrılıp kendi gerçeğime doğru mu kürek çekiyorum?

Teknemde bilinç altım ve bilincim bir bütün halindeyim, düşlerim ve gerçeklerim ile bir bütün halindeyim. Bu yüzden kürek sporunun tutkunuyum. Eğer bilim adamlarının dediği gibi bilinç altım atalarımın korkularından DNA yoluyla ve büyüklerin anlattıkları tüm masallardaki öğretiler zaman geçtikçe ve geriye gömdüğümüz tüm travmalardan etkilenerek oluştuysa benden daha derin bir iç uzayın içerisinde, teknemde bir uzay gemisinde gibiyim. Rüyalarımda çok fazla deniz ve su görürüm. Acaba çok eski tanımadığım atalarımdan kürek çekenler mi vardı diye düşünmeden edemiyorum.

Bu konuları karıştırırken karşıma Oliver Sacks'ın Bilinç Nehri adlı kitabı çıktı. Hemen okunacaklar listeme ilave ettim. Bilinç altı uzayında kaşif olup kaybolmayı ve bu blogu takip eden kimseyi can sıkıntısına düşürmeyi istemiyorum. Ama belki bir kaç soru işareti ve beraber alınacak uyumlu küreklerimizle sanal alemin kölesi olmamak için aydınlanma yolunda adımlar atabiliriz ümidindeyim.





Yorumlar

  1. Bilinçaltı çok derin ve çok basit bir konu (muhtemelen).
    Uzman değilim. Gerçek uzmanları da arayacak motivasyonum yok.
    Kendi ruhumun akışına göre gidiyorum.

    Yazılarınız bana yeni şeyler düşündürüyor. Bazen benzerliklerle şaşırıyor, bazen kafamı hiç bakmadığım bir tarafa çevirmemi sağlıyor. Bir de bir sürü ev ödevi okuması cabası.

    Teşekkürler
    25.12.2020, Ayvalık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MASTER KÜREKÇİLERİN USTASI : FATİH ÖRER

ŞAMPİYON YETİŞTİREN AİLE OLMAK

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NESİLLERCE KÜREK - NİHAT USTA'DAN GENÇLERE ...