YAŞAMA SANATI KATMAK

Eşimle seyahat etmeyi severiz. Seyahatlerimizin esas çıkış noktası basit de olsa keşifler yapabilmektir. Doğası nasıl? İnsanı nasıl? Tarihi nasıl? Yaşamı ve algılayışları nasıl? Gittiğimiz bölgeyi  ve insanını hissetmeye çalışırız. Genellikle ben gezip gördüğüm yerleri, kendi yaşadığım yerle, kendimi daha iyileştirmek ve güzelleştirmek adına karşılaştırırım.  Zaman zaman da eski filmleri, zaman içinde yolculuk yapar gibi seyreder, eski bakış açıları ve şimdinin bakış açılarını anlamaya çalışırım. Eskide güzel olanı kaybetmeden, yenide ki güzellikle nasıl kombine edebilirdik diye düşünürüm.

Bu yolculuklar sırasında en çok dikkatimi çeken yerler, gittiğimiz yer ve zamanların köyleri olur. Özellikle Orta Avrupa köylerinden arabayla geçerken yağlı boya tablolar arasında gezinir gibi olursunuz. Bir örnek çatılar, derli toplu tarlalar, dağlar ve yeşillikler, sessizlik ve huzur. Uzaktan gördüğünüz manzara yakınlaştıkça da değişmez. Bizim köylerimiz de uzaktan çok güzel manzara verirler. Kimi yeşilliklerin, kimi yaylaların arasında bir küçük cami ve kırmızı damlı evler , oranın bir parçası olmayı arzulayabilirsiniz.  Yaklaştıkça ben de bazı zamanlar hayal kırıklığı olur. Uzaktan manzarası güzel olan bu köylere yakınlaştıkça, özensiz düzensiz, sağa sola atılıp bırakılmış aletler, toplanmamış ne olduğu anlaşılmayan orada burada hurdalar, derme çatma kümesler, brandaları uçmuş toplamaya üşenilmiş samanlıklar, bir kargaşa. Uzaktan baktığım vakit gördüğüm estetik potansiyel bir anda vandal bir manzaraya dönüşür. Kafamı uzun zamandır kurcalayan bu duyguyu anlamakta zorlanırım hep. Sanki vaz geçilmiştir o yaşanılan yerden. Zaman zaman şehir içinde bazı balkonlar dikkatimi çeker, kimi hurdalık ve düzensiz bir ambar gibidir. Gözüne gözükmesini istemediği hersey üst üste atılmış, kargaşalık hakimiyeti vardır, kimi ise resim gibidir. Bir çiçek ve derli toplu bir çamaşır askısı üzerinde beyaz bir çarşafla bile hoş bir görüntü verir. Kalkan kasabasında begovillerle dolu dar ama fevkalade güzel sokaklar vardır, ancak İstanbul'un en turistik yerinde sizi korkutacak sokaklarda var. İki farklı yerde yaşayan insanların yaşama bakışlarında bir farklılık var muhakkak. Nasıl daha estetik görünür bu yaşamlar? Nasıl daha keyifli yaşamlar olabilir? 

Bu soruları düşünürken sosyal medyada Amerikalı aktris Helene Bonham Carter'ın bir röportajında şu ifadesini gördüm. ' Sanıyorum ki yaşamdaki her şey sanattır. Nasıl giyindiğiniz, birini seviş biçiminiz, nasıl konuştuğunuz, gülümsemeniz, kişiliğiniz. Neye inandığınız ve tüm hayalleriniz. Çayı içişiniz, evinizi ya da bir partiyi nasıl dekore ettiğiniz. Alışveriş listeniz. Pişirdiğiniz yemek, yazınızın görünümü. Hissediş yolunuz. Yaşam bir sanattır.' 

Aranan bakış açısı buydu diye düşünmeden edemiyorum. Niye bazı insanlar bu bakış açısına sahipken, bazıları sahip değildi. Yemeni kenarına muazzam güzellikte oya yapabilen kişinin evinin yanı niye hurda atık yeri gibiydi? Renk kombinasyon zevki üst düzeyde keyifli olan bu insanın, neden balkonu çöplük yeri gibiydi? 

Evde bir güzel sanatlar öğrencisi olması vesilesi ile çok sayıda konuyla ilgili kaynak kitap bulunuyor. Estetik nedir? sorusu binlerce yıldır tartışılıyor. Sanat felsefesinin en değerli konusu bu. Uyum, harmoni ve çirkinin ne olduğu sanırım yeniden her gün masaya yatırılıp inceleniyor. Beraberinde sanat olan nedir? ve sansür konuları işleniyor. Bu konuları en güzel irdeleyen kitaplar sanırım Umberto Eco'nun Güzelliğin Tarihi ve Çirkinliğin Tarihi adlı kitapları. Bol görsel literatür taraması ile çağlar içinde neyin güzel, neyin çirkin bulunduğunu, estetik anlayışın nasıl olduğunu inceleyip düşünebilirsiniz.

Herkesin sanatkar olmasını beklemek, ya da her noktada sanat bakış açısı getirmek kadar uç bir noktayı hedeflemek çok mantıklı değil. Üstelik konu son derece subjektif. Bana göre güzel size göre çirkin olabiliyor. Farklı kişilerin fikirlerini almak icin sorduğumda ise gelen yanıtlar beni tam olarak doyurmuyor açıkçası. Kimi cehalete, kimi zenginliğe, kimi görgüye, kimi zevk sahibi olmaya konuyu bağladı. Başkasının ne düşündüğünü umursamıyorum diyen bir görüş de vardı.

Alttaki fotoğrafı Sapanca'da bir esnaf lokantası önünde çekmiştim. Bana sunuşu hoş görünmüştü.
Bu kadar subjektif bir konuda şimdilik benim gelebildiğim nokta, dışardan kendime baktığımda ne görüyorum sorusunu düşünmek gerektiği oldu. Yani kendini farkında olmak. Evime yürürken dışardan balkonuma bakmak, gördüm şeyi beğeniyor muyum? Evime, kurduğum sofraya veya tabağa aldığım yemeğe baktığımda hoşuma gidiyor mu? Kürek çekerken dışarıdan kuğu gibi görünen kürekçiler var. Piknik yaptığımız yerden kalktığımızda ardımızda nasıl bir resim bıraktığımızı görmek. Mevcut imkanlarımızla, elimizden geleni yapabilmek burada önemli olan.








































İş yerimiz nasıl? İşine özenen iş verenin daha başarılı olduğuna yürekten inanıyorum. Ürününüzü nasıl tasarladınız? Nasıl sunmaktasınız? Ürünleri nasıl kargo paketleri ile yollamaktasınız?Sağda yer alan fotoğrafı Maslak Atatürk Oto Sanayinde bir marangozhanede çekmiş idim.

Bir hurdalığımız veya bir ardiyemiz olmasına ihtiyacımız olabilir. Ama bu hurdalığımız nasıl görünse hoş olurdu diye düşünsek güzel olmaz mıydı?

İlişkilerine özenle yaklaşan insanların bıraktığı hoş sedanın herkeste özel yeri vardır. Bir teknenin enkazı veya denize savrulmuş bir ağaç kütüğü bile bizde hoş duygular uyandırabilir.






Üstteki fotoğrafı Danimarka'da Bagsvaard gölü kenarında çekmiştim. Yağmur suyu ile dolmuş, bir süredir yalnız kalmış kano ve sandal bana güzel görünmüş idi. 

Alttaki fotoğrafı ise Meksika'da Tulum plajında denize savrulmuş bir ağacın ucuna asılmış hamak çok gerçeküstü güzel görünmüştü. İyi ki oraya savrulmuş o ağaç.





Alttaki resmi Balıkesir Altınova'da çekmiştim. En ucuzundan plaj şemsiyesi ve sandalyeleri ile kendiliğinden aslında çok güzel bir halka açık alan.



Üstteki Resim yine piknik yapan üç kafadarı Danimarka Bagsvaard göl kenarında çektiğim doğal bir an idi. Sadeliğin kendisini son derece güzel buluyorum; çok şık materyal, çok fazla malzeme veya çok pahalı bir ürüne gerek yok. Çoğunlukla bu çok diye nitelendirilen şeyler bir arada zaten rüküş görünmekteler.

Bizden başka bir örnek de, yaşama ve öğrencilerine sürekli katkısı olan Mine Kültür Evi.  Bu konuyu kendine yaşam felsefesi edinmiştir. Takip etmenizi tavsiye ederim. Ekmeğin, kahvenin ve sofranın, resim, mimari, seyahatin hatta sporun yaşama ve altı duyuya zerafetle nasıl hitap edebildiğini, ilgilenilen konu ne olursa olsun, konuya estetik bir bakış açısı katıldığında nasıl da farklılaştığını her seminerinde misyon edinmiştir. Altta yer alan iki resim Mine hanım'ın kahveyi veya meyvayı gündelik yaşamda sunuşu ile ilgili. Takip edebilmek için aşağıda Instagram adresini bulabilirsiniz.








Yaşamımızı taçlandırmak ve anlamlandırmak için gerçekten benim ihtiyaç duyduğum ne ünvan, ne de servet, yaşama değer katmak için gereken tek şey kendine ve yaşadığın ana özen göstermek sanırım. Benim Hayal Rotam böyle.  Ya sizce nasıl? Sizin Hayal Rotanız nasıl?

www.instagram.com/minekulturevi




Yorumlar

  1. Hayat rotanızı sevdim.
    Basit ve temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra ulaşılan zarif estetik zaman içinde oluşur. Çaba ister.
    Zevk alırsınız. Basite alışanın köleliği yok olur.
    Bir an evvel uyanmaya doğru, sevgiyle...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MASTER KÜREKÇİLERİN USTASI : FATİH ÖRER

ŞAMPİYON YETİŞTİREN AİLE OLMAK

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NESİLLERCE KÜREK - NİHAT USTA'DAN GENÇLERE ...