UYUMSUZLUK, HUZUR ve PANDEMİ

Bugünlerde evlerimize kapandık ve ilan edilen pandeminin yavaşlamasını bekliyoruz. Bilim adamlarına uygun tedaviyi geliştirebilmeleri ve doktorlara hastaları tedavi edebilmeleri için alan açmaya gayret ediyoruz. Nereden çıktı bu pandemik hastalık konusu üzerine pek çok hikaye anlatılmakta. Kimi laboratuarda üretildi derken, kimi doğa ana kendini korumak için insan nüfusunu azaltmak üzere, kendi doğal dengeleyici sistemini çalıştırıyor demekte. Hangi hikayenin doğru olduğu veya hangisine inanmayı tercih edeceğimiz tarih içinde bir cevap bulacaktır. Tüm bu soru cevap dünyamızda, beni düşündüren; insanın diğer türler gibi hayatın doğal akışında kendini bir türlü bir yerlere yerleştiremediği.

Doğal akıştan kastettiğim doğmak, var olmak gerçeği ile yüzleşmek ve ölüme veya başka bir şeye dönüşene kadar olan süreç. Bu süreçte insan içinde bulunduğumuz dünya gerçeğini olduğu gibi kabul ederek uyum sağlamak yerine genellikle duruma isyan edip sürecin akışına çomak sokmak, akıntıyı tersine çevirmeye çabalama yönünde tercihini kullanır. Bu çabasının sonuçlarına katlanması gerekir. Dolayısı ile her iki hikayede de doğruluk payı var. 

Gerek hayvanlar gerekse bitkiler doğa ananın bir parçası olduğu gerçeği ile son derece barışıktırlar. Yaşadığı yere, bulabildiği yiyeceğe adeta şükür eder ve kendi dönüşüm zamanı geldiğinde; kendine özel bir yas tutuyorlar mı bilemiyorum, başka bir canlıya yaşam kaynağı olmayı becerebilirler. Mükemmel bir uyum ve düzen devam eder. Oysa biz insana gelince işler sarpa sarar. 

Tarih boyunca yaşadığımız yeri bir türlü beğenmeyiz. Kuşlar gibi ağaç tepelerini, ayılar gibi mağaraları, veya ağaç kovuklarını, hatta köstebekler gibi yer altı oyuklarını denedik ama olmadı. Sonunda çeşitli malzemelerle evler yaparak yuva kurmaya başladık. Ailelerimize basit evler yetmedi. Daha geniş, daha büyük, daha yüksek , en yüksek, bu da yetmedi gökleri delen evler yaptık. Ve şimdi çarpık kentleşme ve estetiksiz yaşam yerleri bizi mutsuz etmekte. 

Tarih boyunca yerleştiğimiz iklimi ve coğrafyayı beğenemedik. Tüm kavimler göç edip durdular. Ne çöller, ne vadiler, ne buzullar, ne sahiller bizi tam mutlu edemedi. Aşılmaz denilen uçsuz bucaksız denizleri aşmak için muazzam gemiler, uçaklar yapabildik ama şimdi uzayın derinliklerinde dahasını aramaya devam ediyoruz. 

Her şeyi yedik. Tatlıyı, tuzluyu, ekşiyi, hayvanı bitkiyi hatta bazı değişik kimyasalları yiyoruz ama damak tadı arayışımız son bulmuyor. Hatta antropologlar bir tanımlamada; insanı insan yapan en önemli şeylerden birinin, yemek tercihimiz olduğunu belirtiyorlar. Dünya üzerinde bizi diğer türlerden en belirgin şekilde ayıran etmen yemeği pişirerek yiyebilen tek tür oluşumuz. Sonsuz kibirimizle, bu arayışımızda kendimizi sonuna kadar haklı buluyoruz. 

Hep daha fazlasını istemek insan doğasının bir parçasıdır. Diğer canlıların da hayatta kalma içgüdüleri vardır. Ama bizdeki kibir ve hırs onlarda bu kadar baskın olmamaktadır. İnsan dışı türlerin hepsi, bir şekilde doğanın içinde uyumla hayat akışlarını devam ettirebilmekteler. Ama insan durmayı bir türlü bilemiyor. Hayatta kalmayı sağlayan ego, sınırlarını aşmadan duramıyor. Çok şükür ki, insan zekası ve vicdanı ile kendini sorgulayabilen bir tür aynı zamanda. Binlerce yıldır bu uyumsuzluğumuzun bize huzur getirmediği sorgulanırken, dinginliğini kaybeden ruhumuz mutsuzluk içinde kıvranıp duruyor. 

Kendi kendimizle olan bu kavga nasıl son bulur?

Bir sorunu ortadan kaldırabilmek için takip edilmesi gereken sürecin başında önce o sorunun sorun olduğunu kabul etmeniz gerekmektedir. Sonra çözüm yolları aramak ve çözümlerinizi uygulayabilmek için geçmişi affetmek ve yolunuza devam etmek gerekiyor. Huzur, doğanın bir parçası olarak uyumsuz bir canlı oluşumuzu yargılamadan devam edebilmektedir. 

Mükemmel bir şey hayal ederiz ama aslında mükemmele ulaştığımız nokta onun ulaşılamaz olduğunu farkettiğimiz andır. Bizi mutlu eden, ulaşılan yerden ziyade, ulaşmak için gösterdiğimiz çaba ve devam eden umudumuzdur. Bu yüzden arayışımız sonsuzdur. Yaşamımızı ve kendimizi onurlandırmak bu arayışla mümkün olabilmektedir. 

Bir çok yazar ve filozof hayatı bir nehir veya denizde yapılan yolculuğa benzetmektedirler. Benim de kürek çekerken çok derinden hissettiğim bir duygudur bu. Kürek çekerken, her küreğinizde bir sonraki küreğinizi nasıl daha mükemmel bir şekilde su ile kavuşturacağınızı düşünürsünüz. O mükemmel süzülüşü yakalayacağınız anı ararsınız. Tıpkı yaşamınızda olduğu gibi. Kim olduğunuz, nereye ait olduğunuz,  nereye gitmek istediğiniz, nereden geldiğinizin önemi yoktur. Bunlar değişse de arayışınız değişmez. Arayış halinizi devam ettirmek yaşamınıza değer katar. 

Bu arayış sırasında dünyayı bir şekilde değiştiriyoruz. Sonra bu değişikliği beğenmiyoruz. Onu yıkıp yenisini arıyoruz. Tıpkı çocukların kışın kardan adam yapıp , sonra onu yıkmak için kartopu ateşine tutmaları gibi. Binalar yapıyoruz beğenmiyoruz yıkıyoruz. Modalar icat edip, beğenmeyip değiştiriyoruz. Ülkeler kuruyoruz, toplum sözleşmeleri yazıyoruz sonra olmuyor bombalıyoruz veya ayaklanıyoruz. İnsan doğası yapmak ve sonra düzeltmek adına yıkmak üzerine dönüp dururken, değişmeyen dairenin sihirli katsayısı pi sayısı oluyor. Pi sayısı bizim arayışımızdır. Bozduklarımızı düzeltmek yine bizim sorumluluğumuzdadır. Bizim elimizdedir. Hayata yön veren kürekler bizim ellerimizdedir. 

Yaşamı küreklemeye ve en mükemmel küreğimizi aramaya devam. 








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MASTER KÜREKÇİLERİN USTASI : FATİH ÖRER

ŞAMPİYON YETİŞTİREN AİLE OLMAK

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NESİLLERCE KÜREK - NİHAT USTA'DAN GENÇLERE ...